11 Aralık 2021 Cumartesi

ÖLÜ BALIK

 ayak tabanlarıma değen kızgın kuma baktım, hava durumları kırk dereceyi gösteriyordu ama net elli derece hissediyordum. Antalya'nın rastgele bi sahilindeydim. ara ara ayaklarıma değen soğuk suyu umursamadan yürüyordum dalgaların kordonu boyunca. yüzüme çarpan tuzlu su, dudaklarımı emdiğim zaman nahoş bir tat bırakıyor ağzıma. koca sahilde tek başımaydım. çocukluğumla yüzleşmeye gelmiştim. babama, anneme... yıllar öncesi,,, daha evlerde sobanın varlığı mevcut. doğalgazın d'sini dahi bilmiyoruz. soğuk bir zamandı. bayram telaşesi sarmıştı evi. sobanın fırınında közlensin diye patates atmış annem. hafif yanık kabuğu sarmış evin dört bir yanını. huzur kokuyor sanki. çocuksun işte, patetes kokusu dahi mutluluk o zamanlar. babam ve erkek kardeşim bayram namazına gitmiş, ben yepyepi kıyafetlerimi giymişim. kırmızı rugan ayakkabılar. öyle bi haberim herşeyden,,, geleceğimden. 

uzun koyu renk saçlarımı örsün diye annemin dizlerinin dibine oturuyorum. kırmızılar içindeyim, tokamı da yine kırmızısından seçiyorum. annem saçlarımı tararken ara ara öpüyor. gülümsüyorum. 'anne' diyorum 'efendim' diyor sesi bir garip, çatallaşmış,,, yorgun. sanki uykusuz. 'babam nerde kaldı' diyorum. heyecandan sabit oturamıyorum yerimde. hangi çocuk sevmez bayramları. 'birazdan gelir galiba.' diyor. içimdeki kelebeklere dur diyemiyorum. rengarenkler ve ben gökkuşağı kusmak üzereyim.

annem saçlarımı örmeyi bitirince kalkıyorum oturduğum yerden. yanağına yöneliyorum öpmek için. eliyle durduruyor beni. iki yanağı da ıslak, ağlamış. gözlerim doluyor hemen. 'anne' derken sesim bile titriyor hatta. eliyle "git" işareti yapıyor. kafamı hayır anlamında sallıyorum. korku kaplamış ruhumdan başlayarak bedenimi. zaten ilk ruh ölmez mi? soramıyorum anneme ne oldu diye. bir süre oturuyorum dizinin dibinde. sonra gidip eski çekmeceden şeker çıkartıyorum. tekrar karşısına dikiliyorum, 'ağlama' diyip gülümsüyorum. bana bakıyor, şekeri alıp bana sarılıyor. sanki son gibi,,, bilseydim eğer bayram günü bugün anne! yapma! yalvarırım yapma derdim. kapı çalıyor annem lavaboya koşuyor ben ise kapıya. babam ve erkek kardeşim gelmiş, kızım diye sarılıyor bana sımsıkı. ama sımsıkı.derin bir nefes aldım, temiz hava ciğerlerime nüfuz ederken kıyı boyunca yürümeye devam ediyordum. çıplak ayaklarıma değen kum zerrecikleri gibiydi geçmişim. un ufak,,, kırık çizik... parmaklarımın arasından akıp giden kumlara baktım. yumuşaklardı. ufka doğru yöneldi rotam. güneşe doğru uzattım elimi. yarım kollu t-shirtten görünen kollarım geldi görüşüme. çizik dolu, kurumuş kanla kaplı. dallar çizmişim kanımdan koluma,,, boyu boyunca. gülümsüyorum. sanki hayatın tecavüzüne uğramamışçasına gülümsüyorum. yüzüm ısınıyor. babam saçlarımı öpüyor. 'annen nerede kızım?' -banyoda ağlıyor demek yerine 'sizin için hazırlanıyor.' diyorum. aptal kafam. belki engel olurdu ağlıyor deseydim. kimseyi suçlamıyorum, ölümümün suçlusu benim sayın tanrı. hatta katil de benim... lütfen beni cehennemin en ücrasına at ve orada unut. nikotin kokan parmaklarımla ağzımı kaşıyorum. memesiz kalmış sütyen gibiyim dimdik ama yorgun bir savaşçı. ne olursa olsun kendinizle savaşmayın diyordu bir kitapta. kim kazanırsa kazansın yitip giden siz olursunuz. su göğüs hizzama kadar gelmiş. korkuyorum ama daha da ileri gitmek istiyorum. ılık deniz suyu az bulunur derler. saçlarımı çeke çeke devam ediyorum derinlere doğru yürümeye. saçlarımı kopara kopara,,. balkon demiri o baba elleri, ben ise intihara meyilli bir deli. bileğimdeki yarayı daha da derinleşmesi adına yeniden kazıyorum külodumdaki jiletle. denize karışan kan titrememe sebep oluyor. içim denize akıyor ve rakı üretimi duruyor. 'hayır' diyorum sonuna kadar yüzleşeceğim,. sonra,,, sonra çekip gideceğim.

mutfağa geçiyoruz, sofra kurulu. baş köşede de huzur kokulu patatesler. babam oturuyor önce. bir yamacına ben bir diğer yamacına da erkek kardeşim. annem eksik sadece. beklemeye karar kılmışız hepimiz. suskunuz. o patateslerin burukluğu var hâlâ boğazımda. acısız uyuyamayacağımın habercisi o patatesler. ben öyle bir kadın gördüm aynada, saçlarından meme uçlarına kadar günahtı. hataydı. aftı. melekti. annem gelmedi. o sofrada tam kırk iki dakika bekledik. ama gelmedi. kimse gidip bakmaya cesaret edemedi. biliyorduk, gidecekti er ya da geç. yutkunmaya kalkışıyorum. bana sövüyor boğazım. milyonlarca isyan, milyonlarca isyankar hastalıklı.titrek adımlarla banyonun kapısına gidiyorum. cereyan ediyor soğuk hava sırtıma. babam geliyor ardımdan. erkek kardeşim zaten çok küçük daha. anlamıyor olanı biteni. çıkış kapısı ardına kadar açık. babam yatak odasına geçiyor. ben ayakkabılarımı çıkarıp sokağa atıyorum kendimi, beton buz gibi. ağır bir koku var.

nefesim kesilince suyun yüzeyine çıkıyorum. daha değil kızım az kaldı hadi bak, betonun soğukluğu hâlâ ayak tabanlarında taptaze. az kaldı kızım çok az kaldı. jileti avcumda sıkıp kan kaybımı arttırmaya çalışıyorum. bütün vücudum acıyla inlerken ruhum tanrıya kavuşmanın derdinde. betonun soğuğu ayaklarıma nüfuz ederken kalbim ağrıyor. gözlerim çıkacakmış gibi hissediyorum. oturuyorum öylece kaldırıma. uzağa,,, çok uzağa bakıyorum. iki el ateş sesi yükseliyor kulaklarıma. çığlığım boğazımı yırtıyor. bütün mahalle inliyor. kafamın içindeki fil boşalıyor. iki kurşun sesi yükseliyor binadan. eve koşuyorum, bağıra çığıra. baba diye haykırıyor ses tellerim. yatak odasının kapısına yöneliyorum. yerde kanlar içinde yatıyor kardeşim kafasına,,, tek kurşun. yatakta kanlar içinde öylece yatıyor babam kafasına,,, tek kurşun. ve şimdi denizin üzerinde yatıyorum kanlar içinde,,, milyonlarca jilet. milyonlarca kurşun. milyonuncu ölüm... ama bu sefer sonum.

8 Aralık 2021 Çarşamba

AKIL HASTANESİ

 Boğazım yanıyor, belki de kanıyor bile. Midem bulanıyor o an. Kusmak istiyorum. Ağlayamıyorum. Nefes almayı unutuyorum. Ruhum çekiliyor annemin ruhuna. Ölmüş? Anneler ölmezdi hani? Dua ediyordum hani hep. Bir kaza olur da aynı anda ölürüz diye. Neden anne. Bir damla göz yaşı düşüyor annemin şişmiş yüzüne.

'Hey Simya! Annene mi gittin sen yine.’ Başımı sallayarak onaylıyorum doktoru. ‘Hep mi gidiyorum ki annemin yanına?’ bu defa başını o salladı. 

‘ Ne sıklıkta?’

 –‘Haftada üç gün seans yapıyoruz. Yani haftada üç gün gidiyorsun annenin yanına.’ Şok olmuş gibiydim. 

‘Ne zaman gitti annem?’ diye sordum. 

‘2 ay önce.’ Dumura uğramıştım. 

‘Ben buraya nasıl geldim peki?’ İç çekti. Bana bunları defalarca anlatmıştı. Zihnim almıyordu işte. 

‘Anneni o şekilde buldun. İntihar mektubunda annenin peşini bırakmayan olly adında birinden söz ediyordu. Daha önce de camdan atlamış ama ölmeyi başaramamış. Son çare olarak da ilaç içmiş. Mektupta da sonsuza kadar ondan kurtulduğu yazıyor. Sende hemen altına olly seni öldürmek istiyorum diyerek bileklerini kestin aklınca annene gitmek istedin. Gidemedin burdasın.'

 “Geçmiş zaman neydi? Yaşanılanları geride bırakmak için uydurulmuş bir safsata mı? Saçlarımın başıma ağır geldiği gün, yarın geçmiş mi olacaktı peki? Saçmalık bu, benim saçlarım bana hep ağır gelirdi... Her neyse. Bugün sizlerle bir araya gelme sebebim saçlarım değildi. Bugün sizlerle bir araya geldim çünkü ruh ve sinir hastalıkları bölüm uzmanlığıma başladım. 2 yıllık içli dışlı olarak aldığım eğitim sonrasında uzman olmaya hak kazanmıştım. Bakınız geçmiş zaman 2 yıl. Çözüyorum bu işi hah! Aslında geçen hafta atandım uzmanlığa da işte şartlar bugüne uygundu. Şuan bulunduğumuz yer de benim ofis alanım.” 

Bir haftadır dışarı adım atmamıştım. Gözlerimle etrafı tarıyordum. Simsiyah zift gibi yapışkan bir zemin. Çarşafı beyazın en kirli tonundan grilenmiş, bir yatak. Taş duvarlar, çelik parmaklıklı pencereli bir kapı. Zayıf ışık veren bir avize. Kahkahalar eşliğinde gözyaşımı silerek seslenmeye devam ettim. “Evet, iki yıllık eğitim buydu. İki yıldır bu hastanede yatıyordum. Eski odam normal bir odaydı. Bir şeyler yapmış olmalıyım ki buraya atmışlar beni, doğru muyum?” 

Su damlalarından onay bekliyordum. Ben bu değildim ki. Ben en son 18 yaşında güzel bir kızdım. Ne zaman attılar ki beni buraya. Kötü bir şey mi yapmıştım. Hatırlayamıyordum. Kolum delik deşikti. Sürekli sakinleştirici alıyordum. Kapının sesiyle irkildim. Ruhsuz doktorum gelmişti. Bende güya bu adamla dertleşiyormuşum işte ne bileyim. 

‘Ne var yine!’ dedim.

 ‘Terapi saati Simya.’ dedi.ç

 ‘istemiyorum ben terapi falan. Zaten bir öncekilerini hep unutuyorum gerek yok. Adın neydi senin.’ 

Yine geçmiş zaman dedik. O konu hakkında bir şeylerden bahsedecektim değil mi... kıvrımları karman çorman olan beynimin oyunları işte idare edin. 

'Asaf ben Simya. Hiç bıkmadan seninle yeniden tanışacağım. Anlat bakalım en son ne hatırlıyorsun.” Durdum düşündüm durdum ve yine düşündüm. Zihnim bembeyaz bir odaydı kirli ayaklarımla içinde gezdim dolaştım. Kapkara olmuştu bile zemin. Kapalı olan kapıyı açıp içine girdim. Annem yatıyordu yerde. Yanında kutularca ilaç. Yatağın üstünde bir kağıt. Ağzı köpürmüş nefes alamıyor ve yüzü şişmiş. Kızıl saçlarımı tutuyorum. Koşarak anne diyorum çığırarak.

6 Aralık 2021 Pazartesi

ÖLÜ KADINDAN MEKTUP/hasta beyin2


sayın okur! diye başlamak istiyorum sözlerime. her zamanki klasik berduş masallarınıza yenisini de eklemek istiyorum şu gecenin vaktinde. 


sizlere ölü birinden aldığım mektuptan söz edeceğim bugün. sararmış toprak kokan bir zarfta gelmiş, pulu da mevcut değil.

    o çok merak edilen ölümden sonraki hayat hakkında yazıldığını tahmin ediyorum. öldükten sonra ne oluyor, belki de bunu öğreneceğiz isimsiz mektup sayesinde. bana göre bir hiçliğe gidiliyor. sadece uyuyorsun ve bir gün, yeterince dinlendiğini hissettiğinde başka bir bedende ruha bürünüyorsun. ikiye böldüm sizi farkındayım, hatta belki de ikiden fazla. üzgünüm ama sizin yargı çerçevenize uymak gibi bir gayem hiç yok. olmasın da.


mektuba geçecek olursak da... sözlerine sevgili simya olarak başlamış. soy adımla hitap edilmesini sevdiğimi nereden biliyordu? tanıdık birinden olsa gerek. “ burası çok soğuk, ıssız,,, karanlık görmek istemeyeceğin kadar iğrenç. leş gibi kokuyor. burnumu ezip geçiyor. yavaş yavaş kemiklerime karışıyor etlerim, dişlerim çekiliyor tırnaklarım yok oluyor. ilmek ilmek acı hissetmem gerekirken fiziksel olarak hiçbir acı yok. zaten dünyadayken de yoktu ya ironi gibi geliyor bu karanlıklar. 

     ölü bir kadının mektubu ellerinde kendimi kapattırdığım tabutum ve beyaz bir kefenim. başka hiçbir şeyim yok yakılmak istemiştim oysa her zamanki gibi bana saygı duymadılar. bedenimin hiçbir anlamı yoktu zaten. iki metre toprak altında da kalmamalıydı. küllerim savrulmalıydı rüzgara ve fısıltım yayılmalıydı her bir yandan.

ruhumun bedenimden en haz dolu zevklerle çıkışını net bir şekilde hatırlıyorum. yaşayabileceğim en büyük korkuydu belki de. emin olamıyorum pek çok kez hayal görmüştüm. 

çıplağım, kötü kokuyorum. gözlerimi açamıyorum. bedenim öylece bırakıldı zerre kadar bile ruh kırıntısı yok içimde. fakat hislerimi kaybedemiyorum. bazen nefret, bazen kin, bazen öfke. 

...

kimseyle konuşmadım henüz söylenenleri duyabiliyorum. 

evet evet... ölüler konuşuyor. bazen saçma sapan ninniler söylüyorlar. kimi zaman azap sesleri geliyor. 

yan tarafımda, küçük bir oğlan çocuğu var. sanırım 5-6 yaşlarında. kanserden öldüğünü söylüyor. annesini çok özlediğini bir gün annesine kavuşacağını ve o günü sabırsızlıkla beklediğini anlatıyor. annem yanımda olsun ister miydim? bilmiyorum tuhaf.

       intihar etmişim öyle diyorlar. 

...beni o öldürdü, boğdu. cesedimde parmak izine dahi rastlanmamış. kayıtlara intihar olarak geçmiş olabilir ama bu mektup intihar etmediğimin bir kanıtıdır. tabutumdan yazıyorum şuan sana ölümüm onun elinden. o siyah adamdan. azrailim oydu. ben değil.  intihar etmedim kimse bana inanmamıştı ama o gerçekti. beni o öldürdü. mektubun asıl olan sahibi. Simya, onu sen de görüyorsun. bunu biliyorum. sana son isteğimi söyleyeceğim. onu kendi ellerinle öldür ve benim yanıma gönder. mezarlığım deniz manzaralı. egeye doğru. taşın üzerinde yazan mektup sahibinden bul. benim adım Deniz Simya.” mektubu yazan kişi bendim. sayın okur. eğer yakılmazsam beni deniz manzaralı bir yere gömün. 

zarfında da 'deniz manzaralı tek bir kara gülün açtığı o mezar’ yazıyordu.

3 Aralık 2021 Cuma

HASTA-1

 renkli harelerinde kaybolmak istiyordu ruhum. bedenim ona sarılmak için çığırıyordu. beynim ise bütün isteklerimin üzerini usturasıyla çiziyordu.

susuyorduk. ikimiz de birbirimize cesurca bakarak susuyorduk. renkler birbirine karışmış. sade yalın siyah peydah etmişti geceye. şişelerce gökyüzü vardı bakışlarında. her yer, her şey, her bir zerrem leş gibiyken,,, o tertemizdi. kendime bakıyordum. uzun denmeyecek beyaz bir elbisem. aslında griye dönmüş. paslanmış gibi biraz da. süzüyor beni. içimi okuyor sanki ve ben ilk kez korkmuyorum,,, kaçmıyorum.

    "uzun zaman oldu." diyor. sesini kuşlardan almış. buna yemin eder, kutsal olana da el basardım.

    sessizliğimi koruyordum. "tam üç yıl, sekiz hafta, otuz yedi saat." günleri ayları saatleri mi saymıştı? giden ben değildim ki. deniz kokusunu da alıp giden oydu. ucube ruhum kaltak kalbimi de ikna etmiş beynimi rehin tutuyorlardı. "özlemişim." dedim.yüzü alayla kıvrılıyordu. "gitmem için çok çabaladın oysa. özlemek de neyin nesi?" 

ahşap yerde öylece oturmuştum. eşyalarım bile ona saygı duruşundaydı. 

     yamuk kestiğim saçlarıma gitti elim. aniden kahkahalar peydah oldu neredeyse yok olan dudaklarımdan. sigaramdan çektiğim nefesimle beraber kahkahamı susturmuştum. "kahkül sana çok yakışıyor... simya." ismimi zikretmesi içimde en derinde uyuyan bir şeyleri hareket ettirmişti sanki. 

şarap şişesini ona fırlattım. tam arkasındaki gazete kaplı duvara çarparak tuzla buz oldu. "senin yüzünden." diye tısladım. "senin eserin bu simya. ölmüş, bitmiş, nefes alamayan. şu halime bak yerdeki şişelere, izmaritlere bak bunların hepsi senin suçun." boğazım yırtılacak gibi bağırıyordum.

      yer gök inlesin istiyordum. ruhumun ölüşüyle bütün semt uyansın. 

     dermanı kalmayan dizlerime meydan okuyarak kendi küçük devrimi gerçekleştirmiştim. dimdik ayaktaydım. sigarayı kadehe atıp sönmesini sağladım. dibinden geçip giderken teninin matruh kokusunu genzime kadar indirmiştim. adımlarımın her biri vücudumdaki savaşı harlıyordu. cayır cayır yanıyordum. ayak parmaklarım, "otur artık." diye intihara meylediyorlardı. gözümden bir damla dahi yaş akmıyordu.

    banyoma vardığımda o da oradaydı. şaşırmamıştım. her şey aynıydı. üç yıl öncesindeki gibiydi. musluğu açarak suyu küvete doldurmaya başladım.

 "neden geldin?" dedim. baktı baktı baktı. "yarım kalan işimi tamamlamaya..." korku hızla zayıf yanaklarıma nüfuz ediyordu. "hayır! ben iyileştim. tonla ilaç içtim. seni gönderdiler; o büyük burunlu yaşlı adamlar." dudaklarından onaylamaz sesler çıkarıyordu.

"bir haftadır ilaçlarını içmiyorsun. seni izliyorum. ilaçlarını bıraktığın günden beri. sürekli sarhoşsun ya da..." kolumu işaret ederek, "eroinin etkisindesin. beni fark etmedin." sağ elim sol koluma giderken bakışlarımda buna eşlik ediyordu. delik deşikti. "yalancısın! bir hayal beni öldüremez. olmayan bir şey beni yok edemez." bana doğru bir adım attı. kalbim teklerken geri çekildim. "ben değil." bir adım daha. "sen ve o tatlı beyninde olanlar yapacak bunu." yanıma kadar gelmişti. işaret parmağıyla alnımın ortasına dokundu. sivri çenesi. ilahice yaratılmış burnu. sakalsız bir yüzü vardı. kokusunu dokunuşunu dahi hissettiğim bir hayal?

      küveti işaret etti. taşmak üzereydi. çeşmeyi kapattım. " ne yapacaksın?" dedim. elimi tuttu yavaşça. "ruhunu bedeninden alacağım." boynuma ufak bir öpücük kondurmuştu. tam üç yıldır ağlamayan siyah gözlerimden bir damla yaş düşmüştü. burnum, boğazım, ciğerlerim. yanıyordu. gözyaşları akarken ben gülüyordum. arkam küvete dönüktü. beni usulca belimden tutarak çevirdi. minik bir hareketle küvete girmemi sağladı. soğuk su sıcak bedenimle temas edince irkildim. alışması zor değildi. kendi açtığım yaralar sızlıyordu sadece. küvete oturmuştum. birazdan ruhumu alacak olan cellatıma bakıyordum. dudaklarım morarmıştı. "korkma." dedi. "ölmek istemiyorum." diyebildim titreyerek. "istiyorsun." sesini intihar ipine asmak istiyordum. "olmayan biri canımı alamaz..." çarpıkça gülerken. "sana göre tanrı da yok." dedi. korkuyordum. elini başımda konumlandırdı. kollarım sıkıca küvetin yanlarına tutunmuştu. yavaşça bastırarak kafamı suyun altına gömdü. gücünden, çırpınmak öylesine zordu ki... ağzımdan burnumdan doluyordu su. kusmak istiyordum. ağızlar dolusu kusmak. ellerim acıyordu küvetin taşını sıkmaktan. çırpınamamak, bağıramamak,,, en acısıydı. ciğerlerime dolan suyu iliklerimdeki hücreler bile hissediyordu. olmayan biri beni öldürüyordu,,. kayıtlara ise intihar olarak geçecekti...

2 Aralık 2021 Perşembe

MANTAR KARDEŞ

               


       “Baksana” diye seslendi. Gidip yanına oturdum. Yerde yeni çıkmış bir mantarı gösteriyordu bana. 

       Bembeyaz bir mantar... Hayatında ilk kez görmüş gibi bir hali vardı. Gözlerini kocaman açmıştı. İşaret parmağını yaklaştırıp geri kaçırıyordu. Bu haline gülümserken; “Mantar!” dedim.Kaşları çatık bir halde “Mantar mı?” diye sordu. Kafamı sallarken; “Hı-hım, mantar.” diye bir mırıltı da bana eşlik etti.

Yeni bir şey keşfetmenin sevinciyle oturduğu yerde dizlerinin üzerinde zıplıyordu. 

Bu haline kahkahalarla gülerken; bir anda ciddileşerek, “Neden gülüyorsun?” dedi büyük adam edasıyla. İki parmağımı dudaklarıma dokundururken ‘sustum’ işareti yaptım. Gülüşümü saklamak zor olacaktı. 


Meraklı bakışları mantara dönerken; “Onu alıp evimize götürmeliyiz. Onu besleyip büyüteceğim. O da bana süt verecek. Değil mi?” diye sordu. Yeni bir kahkaha daha içimden dışıma doğru tırmanırken, yarı yolda durdurdum. “Olur, götürürüz. Ama o bize süt veremez ki.” Onun gibi meraklı ve araştırmacı davranıyordum. 

“Süt veremez mi?” dedi, elini ağzına götürerek. “I-ıh. Veremez.” “Peki o zaman. Biz de yumurtalarını alırız.” cevabını alınca elimi çeneme koyup düşünür gibi mırıldandım. “Ama o da olmaz ki! Mantarlar yumurtlamazlar. “Hayal kırıklığı yüzüne yansırken, ona eşlik ederek ben de yüzümü astım. 


     Yeni bir fikir düşünüyordu, ben de onu izliyordum. Küçücük elleri, soğuktan kızarmış burnu, ince dudakları, çipil çipil gözleri... Parmağını havada şaklatarak, yeni fikrini dile getirdi. “O zaman evimize elektrik verir.” dediğinde, başından beri içimde zor tuttuğum kahkahamı patlattım. Bana tuhaf tuhaf bakarken, alınmış gibiydi. 

Öksürüp toparlanırken. “O bize elektrik de üretemez ki.” dediğimde yüzünde oluşan ifade şeffaflığın pembe tonundaydı. Oflarken; “Ne işe yarar o zaman bu mantar?” sesi meraktan uzaktı. Daha çok hevesi kaçmış gibiydi. “Biz onunla yemek yaparız.” dedim. Böyle bir cevap beklemediği minik ağzını aldığı ‘o’ şeklinden anlaşılıyordu. 

“O yenir mi?” diye sordu. Kafamı aşağı doğru sallayarak onayladım. 

“Ama o çok güzel bir mantar. Biz yemeyelim onu. Benim kardeşim olsun.” dedi.

Masumluğuna dayanamayıp alnına sulu bir öpücük kondurdum. Onu kırmak en son isteyeceğim şeydi.“Olsun.” deyiverdim. Ellerini çırpıp sevinç dansını yaparken, ben de onun bu haline gülüyordum. 

Çeneme uzanıp ufak bir öpücük bıraktı... Çocuk masumiyetini bir ömür kaybetme küçük.

ÖLÜ BALIK

 ayak tabanlarıma değen kızgın kuma baktım, hava durumları kırk dereceyi gösteriyordu ama net elli derece hissediyordum. Antalya'nın ras...